Kavramlar, yeşeren bir tohum
gibi ruhumuzu ve aklımızı beslediğimiz değerlerle şekillenip anlam bulur. Güzele
‘güzel’ dedirten de güzeli ‘çirkin’ gösteren de arkasından baktığımız
penceredir. İnsanı müspet veya menfi değer yargılarından soyutlamamız mümkün
değildir. Estetik algımızda zayıflama veya olumsuz yönde bir değişmeden
bahsediliyorsa, bunun bir kaç basamakla aşılabileceği kanaatindeyim. Evvelen;
bir nağmenin, eserin ya da davranışın güzellik duygusu uyandırmasından bahsederken;
nazara hoş gelen, gönle sürur veren, hikmetin aydınlığına kapı aralayan bir
formdan bahsetmeliyiz. Nitekim, bizim anlayışımıza göre, İslam’ın sınırlarına
ve edebine riayet eden her türlü sanat ve estetik algısı kayda değerdir. Bu
noktada, sınırlarımızı bilmek ve farkındalığımızın idrakinde olmaktan
bahsedebiliriz. O halde ilim – bilinç birinci basamak olmalıdır. Kendini bil,
tanı; Rabbin’i bil, tanı.
İkinci husus; bildiğimizi yaşamak
ve sunmak hususundaki farkındalığımızdır. Varlık, bir nevi tellal durumundadır.
Bu zaviyeden bakıldığında tabiri caizse, kimisi yemeğin tadını tuzunu ayarlamadan
tencereyle sofranın ortasına bocalıyor, kimisi de özenle ikram ediyor. Varlık
özüne ekilen tevhid tohumunun meyvelerini ve sonsuzluk özlemini dillendirme adına
icraada bulunuyor. Nefes sahibi inanan-inanmayan her bir insan da kendi çapında
sanatını icraa ediyor, yani Sani’ olan Yaratıcı’nın tellallığını yapıyor. Bu
anlamda her bir hayat, bir sanat eseri olarak karşımızda duruyor. Bilinen,
meşhur 99 İsmin Sahibi’nin huzurunda ilmek ilmek hayatını nakşediyor insan.
Bunu unuttuğunda da ya nakaratta takılı kalıyor ya tuvali renk ve ahenkle
sevindiremiyor ya da coğunlukla sadece fonksiyonellige hapsettiğimiz iş ve
eserler yığınıyla örülü kalıyor. Gerçi bakmasını bilen için örümceğin ağındaki
zerafeti farkeden ve hayranlıka Rabbini zikreden, aleladelikte de bi ahenk
yakalayabilir. Neticedeki faydaya ulaşma hazzı adına, yol boyunca önümüze
serilen manzaralardan mahrum bırakıyoruz kendimizi. Oysa hem yürüyerek,
koşarak, hem yüzerek hem de uçarak tecrübe edilen yolculuk, kan-ter içinde nefes
nefese bitirilenle kıyasalanamaz. Hayatın ritmini, ahengini, veznini, ölçülerdeki
ince dengeyi farkedersek hikmetin kuşatıcılığında saniyelerin, saliselerin mana
boyutuna doğru derinlik kazandığına şahitlik edebiliriz. Her şeyin anlamlı ve
faydalı yanlarını görebilmek maharetine erişebiliriz. Bu durumda Kendisini göremesek de, bizi gören
Yüce Allah ile olan irtibatımızı yani ihsan şuurumuzu gözden geçirmek ikinci basamak
olmalıdır. Sadece yüzeysel övgü hedefli her anlamdaki eserlerin sığlığından bir
süre sonra sanatçının (taklit eden insanı kastediyorum) da bunalacağını düşünüyorum.
Üçüncü olarak, edep bizim için ne ifade ediyor,
bunun üzerinde düşünebiliriz. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in adını
anmak dahi kalbe bir ferahlık hissi verir. Sanki içinize tatlı bir bahar
rüzgarı değiyor gibi… Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in hayatının gölgesinde
estetikten bahsederken her konuşulan, edep noktasında sonlanıyor gibime
geliyor. O’nun (sallallahu aleyhi vesellem) yeme-içmedeki üslubundan, hal ve
hareketlerinden, konuşmasından yürüyüşüne hatta yatağına yatış şekline kadar her
hususunda kemal noktada bir güzellik, incelik, nezaket, zerafet seyrederiz. O
halde, bu anlamda edebe riayet, estetik algımızı geliştirir. Ruhumuza
giydirdiğimiz elbiseye göre davranışlarımız şekillenir. İnanıyorum ki, güzelleştirme
gayretinde olan, estetiğe şöyle veya böyle maruz kalan her fıtrat için genel
manadaki hal- hareketin inceliğinden tutun da, işitilen kuş sesi, bir nagme,
seyredilen bir tablo vb. güzellik duygusunu uyandıran her bir icraa, suya atılan
minik bir çakıl taşının oluşturduğu haleler gibi ruhumuzda titreşimlere vesile
olur. Bu haleler büyüdükçe, nihayetinde fıtratın özündeki tevhide değdiğinde,
içinden sular fışkıran kayalar misali bir keşfe vesile olur. Bu keşifle, insanın
aşkın bir diyaloğa ulaşabileceğini düşünüyorum. Elest bezminde başlayan fakat
süreç içinde benlik tarafından inkıtaya uğratılan o diyaloğa… Sanat eserlerine
bi kriptolog nazarıyla bakmak lazım. Yolculuğunda kullanmak adına her bir
seyirci, kendi algoritmasina göre eserden şifreler çıkartır. Efendimiz (sallallahu
aleyhi vesellem)’in hayatı ve kainatı okuyuşu ve okumayı bize öğretmesi aslında
ebediyete ulaşan güzelliğin şifrelerini bize oğretmesidir.
Belki bu üç hususta
farkındalığımızı ve gayretimizi arttırabilirsek, Allah’ın izniyle, genel ve
özel manada estetik anlayışımızın kaybından, deforme olmasından ve gelecek
nesilllere aktarımından endişe duymamıza gerek kalmayabilir, Allah u a’lem…
Sanatla meşguliyetimi, Mesnevi’de
geçen Hz. Musa ve çoban hikayesindeki çobanın ilk haline benzetiyorum ve belli
bi yıldan günden başlatamıyorum açıkçası bu süreci...
Evet, bir `nokta` var. Sanat bir
anlamda yana yakıla aramak. O noktayı arıyoruz, tellal misali bağırıp
çağırmalarımız da yani ortaya çıkanlar da, o yolculuğun izleri diyebiliriz. Merhum Necip
Fazıl’ın özetlediği gibi;
‘Anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış,
Maarifet bu,
gerisi yalnız çelik çomakmış.’
*Bu yazi Yenibahar Dergisindeki roportajin tamamidir.
7 Yorum:
ALLAH RAZI OLSUN:)BAZEN MİSKİNLİKTEN UYANDIRILMAMIZ GEREKİYOR...ÇOK GÜZEL PAYLAŞIM
HEM OKUDUM HEM DÜŞÜNDÜM...SEVGİLERİMLE
Her zamanki gibi anlamlı ve güzel ifadeler. Çok teşekkürler. Allah razı olsun...
melabaaaaağ :)
melabaaaaağ :)
Site Tasarımınız cok güzel. ozel yapım sanat ıcın guzel bır tema basarılar dılerim...
Canlı tv izle
Bencede çok güzel elinize yüreğinize sağlık..
Peugeot çıkmacı
Nasıl güzel bir paylaşımdır bu yüreğinize sağlık gözlerim doldu okurken ne diyeceğimi şaşırdım çok tebrik ederim paylaşım için Allah razı olsun sevgilerimle.
Yorum Gönder