SANATA VE SANATÇIYA DAİR *

Perşembe, Nisan 30 7 Yorum






Kavramlar, yeşeren bir tohum gibi ruhumuzu ve aklımızı beslediğimiz değerlerle şekillenip anlam bulur. Güzele ‘güzel’ dedirten de güzeli ‘çirkin’ gösteren de arkasından baktığımız penceredir. İnsanı müspet veya menfi değer yargılarından soyutlamamız mümkün değildir. Estetik algımızda zayıflama veya olumsuz yönde bir değişmeden bahsediliyorsa, bunun bir kaç basamakla aşılabileceği kanaatindeyim. Evvelen;
bir nağmenin, eserin ya da davranışın güzellik duygusu uyandırmasından bahsederken; nazara hoş gelen, gönle sürur veren, hikmetin aydınlığına kapı aralayan bir formdan bahsetmeliyiz. Nitekim, bizim anlayışımıza göre, İslam’ın sınırlarına ve edebine riayet eden her türlü sanat ve estetik algısı kayda değerdir. Bu noktada, sınırlarımızı bilmek ve farkındalığımızın idrakinde olmaktan bahsedebiliriz. O halde ilim – bilinç birinci basamak olmalıdır. Kendini bil, tanı; Rabbin’i bil, tanı.
İkinci husus; bildiğimizi yaşamak ve sunmak hususundaki farkındalığımızdır. Varlık, bir nevi tellal durumundadır. Bu zaviyeden bakıldığında tabiri caizse, kimisi yemeğin tadını tuzunu ayarlamadan tencereyle sofranın ortasına bocalıyor, kimisi de özenle ikram ediyor. Varlık özüne ekilen tevhid tohumunun meyvelerini ve sonsuzluk özlemini dillendirme adına icraada bulunuyor. Nefes sahibi inanan-inanmayan her bir insan da kendi çapında sanatını icraa ediyor, yani Sani’ olan Yaratıcı’nın tellallığını yapıyor. Bu anlamda her bir hayat, bir sanat eseri olarak karşımızda duruyor. Bilinen, meşhur 99 İsmin Sahibi’nin huzurunda ilmek ilmek hayatını nakşediyor insan. Bunu unuttuğunda da ya nakaratta takılı kalıyor ya tuvali renk ve ahenkle sevindiremiyor ya da coğunlukla sadece fonksiyonellige hapsettiğimiz iş ve eserler yığınıyla örülü kalıyor. Gerçi bakmasını bilen için örümceğin ağındaki zerafeti farkeden ve hayranlıka Rabbini zikreden, aleladelikte de bi ahenk yakalayabilir. Neticedeki faydaya ulaşma hazzı adına, yol boyunca önümüze serilen manzaralardan mahrum bırakıyoruz kendimizi. Oysa hem yürüyerek, koşarak, hem yüzerek hem de uçarak tecrübe edilen yolculuk, kan-ter içinde nefes nefese bitirilenle kıyasalanamaz. Hayatın ritmini, ahengini, veznini, ölçülerdeki ince dengeyi farkedersek hikmetin kuşatıcılığında saniyelerin, saliselerin mana boyutuna doğru derinlik kazandığına şahitlik edebiliriz. Her şeyin anlamlı ve faydalı yanlarını görebilmek maharetine erişebiliriz.  Bu durumda Kendisini göremesek de, bizi gören Yüce Allah ile olan irtibatımızı yani ihsan şuurumuzu gözden geçirmek ikinci basamak olmalıdır. Sadece yüzeysel övgü hedefli her anlamdaki eserlerin sığlığından bir süre sonra sanatçının (taklit eden insanı kastediyorum) da bunalacağını düşünüyorum.  
Üçüncü olarak, edep bizim için ne ifade ediyor, bunun üzerinde düşünebiliriz. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in adını anmak dahi kalbe bir ferahlık hissi verir. Sanki içinize tatlı bir bahar rüzgarı değiyor gibi… Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in hayatının gölgesinde estetikten bahsederken her konuşulan, edep noktasında sonlanıyor gibime geliyor. O’nun (sallallahu aleyhi vesellem) yeme-içmedeki üslubundan, hal ve hareketlerinden, konuşmasından yürüyüşüne hatta yatağına yatış şekline kadar her hususunda kemal noktada bir güzellik, incelik, nezaket, zerafet seyrederiz. O halde, bu anlamda edebe riayet, estetik algımızı geliştirir. Ruhumuza giydirdiğimiz elbiseye göre davranışlarımız şekillenir. İnanıyorum ki, güzelleştirme gayretinde olan, estetiğe şöyle veya böyle maruz kalan her fıtrat için genel manadaki hal- hareketin inceliğinden tutun da, işitilen kuş sesi, bir nagme, seyredilen bir tablo vb. güzellik duygusunu uyandıran her bir icraa, suya atılan minik bir çakıl taşının oluşturduğu haleler gibi ruhumuzda titreşimlere vesile olur. Bu haleler büyüdükçe, nihayetinde fıtratın özündeki tevhide değdiğinde, içinden sular fışkıran kayalar misali bir keşfe vesile olur. Bu keşifle, insanın aşkın bir diyaloğa ulaşabileceğini düşünüyorum. Elest bezminde başlayan fakat süreç içinde benlik tarafından inkıtaya uğratılan o diyaloğa… Sanat eserlerine bi kriptolog nazarıyla bakmak lazım. Yolculuğunda kullanmak adına her bir seyirci, kendi algoritmasina göre eserden şifreler çıkartır. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in hayatı ve kainatı okuyuşu ve okumayı bize öğretmesi aslında ebediyete ulaşan güzelliğin şifrelerini bize oğretmesidir.


Belki bu üç hususta farkındalığımızı ve gayretimizi arttırabilirsek, Allah’ın izniyle, genel ve özel manada estetik anlayışımızın kaybından, deforme olmasından ve gelecek nesilllere aktarımından endişe duymamıza gerek kalmayabilir, Allah u a’lem…
Sanatla meşguliyetimi, Mesnevi’de geçen Hz. Musa ve çoban hikayesindeki çobanın ilk haline benzetiyorum ve belli bi yıldan günden başlatamıyorum açıkçası bu süreci...

Evet, bir `nokta` var. Sanat bir anlamda yana yakıla aramak. O noktayı arıyoruz, tellal misali bağırıp çağırmalarımız da yani ortaya çıkanlar da, o yolculuğun izleri diyebiliriz. Merhum Necip Fazıl’ın özetlediği gibi; 
‘Anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış, 
Maarifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.’ 


*Bu yazi Yenibahar Dergisindeki roportajin tamamidir.

7 Yorum:

  • Unknown dedi ki...

    ALLAH RAZI OLSUN:)BAZEN MİSKİNLİKTEN UYANDIRILMAMIZ GEREKİYOR...ÇOK GÜZEL PAYLAŞIM
    HEM OKUDUM HEM DÜŞÜNDÜM...SEVGİLERİMLE

  • siyah kuğu dedi ki...

    Nasıl güzel bir paylaşımdır bu yüreğinize sağlık gözlerim doldu okurken ne diyeceğimi şaşırdım çok tebrik ederim paylaşım için Allah razı olsun sevgilerimle.

Yorum Gönder

 

©Copyright 2011 Demlikalem | ...