ÇÜNKİ'NİN SIRRI SENARYOSU

Cumartesi, Ağustos 31 2 Yorum
Çok dalgınım şu aralar çünki zihnimde at koşturuyor sanki. Sütü cezveye döküyor, ocağa koyuyor, bakıyorum öyle. Sonra farkediyorum ki kahvesini koymamışım... Zaten malum zor bi dönemden geçen ruh halime ilaveten, çocukların okula başlamasının bendeki etkileri artarak devam ediyor. Üstüne bir de ev arama meşguliyeti eklenince yetişemiyorum hızına düşüncelerin. Dünyanın haline kıyasla benim meselelerim ormanda bi kıymık belki.. Kafamda endişe, ümit, dua, yakarış, yol göster Allahım, hayırlısı Allahım, o ev ne çabuk kiralanmış daha geçen gün bakmıştık kaçırdık Allahım, bekliyodur nasibimiz bi yerde Sen kolaylaştır Allahım, bu okul meseleleri ne olacak Allahım, bu öğretmeni de gözüm hiç tutmadı Allahım, Sen hayırlarla karşılaştır Allahım .... gibi düşünceler hortum gibi beynimde dönerken, gündemi de pek takip edemedim. Kendimi meşgul etmek için bi instagrama uğruyorum, bi bi şeyler okumaya çalışıyorum ama okuyamıyorum maalesef bu aralar. İçim kıpır kıpır, haşır huşur... Öyle garip bi huzursuzluk hali... Dua dua...


Aceleci yönümü ne kadar eğitmeye çalışsam da bi yerde kabz haline dönüşüyor bazı şeyler, önünü almak gerekiyor, bunun için de bi dost sesi sadre şifa bi iki cümle yetiyor çoğu zaman. -du aslında, yetiyordu. Koşuşturmada onu da yapamadım. Neyseki kendime de böyle uzun uzun gereksiz sapıyla çöpüyle söyleniyor, sonuna bi "her halimize hamdolsun" deyince ancak nefes alabiliyorum. Şimdi olduğu gibi.. Gelelim bu paragrafı yazma sebebime...
İmdi, şu ev meselesini bi kenara koyalım ki nasibimiz neredeyse zaten bekliyordur bizi. Biz yapmamız gerekenleri yapıyoruz. Hatta bence fazlasını da yapıyorum şahsen. Emlakçıya ben gönderir oldum adresleri. Şurada da şu ev varmış bize orayı da gösteriver bi zahmete döndü diyaloglarımız. Asıl içimi kemiren malum iki mesele...
Harun ve Meral'in okuldaki ziyaret haftaları güzel geçmişti çok şükür. Çünkü biz yanlarındaydık. Karşılıklı sınıflardalar. Eşimle değiş tokuş yapıp, bi birimiz Harun'un yanında bi diğerimiz öyle geçti. Hatta son gün ben de gitmedim. Meral'den yana bi sıkıntı yoktu. Harun da günü iyi idare etmişti. Babamız çoğunlukla yanında durmayarak provamızı da yaptırmış olmuştu. Velhasılı, normal düzen başlayınca yolunda gitmeyen bi şeyler çıktı. Harun'un feryat figan ağlaması, ben yanına gittiğimde sarılıp, öpüşüp koklaştığımızda bile ağlamaya devam etmesi, öğretmenLERine - çünkü bi esas öğretmen, bir yardımcı öğretmen, bi de haftanın üç günü gelen bi üniversiteli kzıcağız var- bakmayıp kafasını onlardan sürekli çevirmesi beni çok üzdü. Niye ağladığını sorduğumda da "çünki" den başka cevap alamam beni iyice dellendirdi. Ertesi gün babası götürdü sabah. Aklımca beni evde bırakıp gidiyor ya ağlamaz bu sefer diye düşündüm. Kendisi zaten çözmüş olayı kendi kafasında, biz okula gidicez, baba da gidicek, sen evde bize yemek yapıcan" şeklinde herkesin vazife dağılımını da yapıverdi giderayak. Buraya kadar güzel. Abla- kardeş gittiler. Bir veya bir buçuk saat sonraydı sanırım, aradılar. Harun üzgün görünüyor, ağlamaya başlayacak. Gelmek ister misiniz, sadece haber vermek istedik. İsterseniz gelmeyin, biz halledelim. Daha gerisini dinlemedim ok geliyoruz diyip kapattım. Eşim okul civarında olduğundan arayıp, yetiş! dedim. Gitmiş, tabii ki ağlıyor haldeymiş Harun. Babamız orada kalıp oynamış onunla. Gayet de güzel oynadığını söyledi. Vakit geldiğinde de geldiler. sonraki gün ablamızı sınıfına bıraktık, Harun kendi sınıfına girdiği gibi çıkmak istedi. Eve geldik. Bi sonraki gün ablasını bırakmaya bile gelmedi, evde babasıyla kaldı ben gelene kadar. Cuma günü ise... ah vardır her şeyde bir hayır ya....

Cuma günü tamam dedim beraber gidelim, arkadaşlarınla oynayalım. Ooo her şey güzel. Gittik, bazen ben oyununa katıldım, çoğunlukla bi kenarda oturup çocuklarla iletişimini seyrettim. 8:30'dan 12:00'ye kadar zaten okulu. Biz öyle tercih ettik. Ama o süreçte, bu çocuk benim Harun'um olamaz dedim. O değildi çünkü. Geçen hafta da oradaydık ve biliyorum çocuğumu, ne yapar, ne yapmaz. Oynamak istediği oyuncakları alıp yanıma gelip oynadı hep. Arkadaşlarıyla tanıştırmaya çalıştım, istemedi. Hani bazen bi kıvılcım parlar ya, heh işte öyle bir kıvılcım çaktı zihnimde. Ne zaman mı, Harun tanışmak için elini arkadaşına uzatmayıp ilgisiz davrandığında öğretmeni, "Oww, Harun çok utangaç!" cümlesini kurduğunda. Çünkü ben biliyorum ki Harun hiç de utangaç değil, aksine edepsizin tekidir. Tazmanya canavarımdır o. Çekingen değil aksine gereksiz ve aşırı girişkenlikleri vardır. Zabtetemeye çalışmak onu şarj eder hatta. Hele bağırıp çağırmak, yaraya tuz basmaktır. Öğretmeni bu cümleyi kurduktan sonra - ki hemen izah edeyim, utangaç olması kötü bi şey değil tabii ki nazarımda, hatta keşke biraz utangaç olsa da işimi kolaylaştırsa, ama burada kastettiğim Harun'un fıtratını tanımamış olması ve çocuğumu öyle geçiştiriyormuş gibi hissetmem- He ne diyordum,  öğretmeni bu cümleyi kurduktan sonra, " hanıım hanııım, dur bakalım orda" deyiverdim. Ve alıcılarımı dışa açtım. O vakitten sonra sınıftaki diğer çocukları ve öğretmenleri gözlemlemeye başladım. Çünkü hep kabahati, hatayı kendimde arıyordum. Geçen hafta yağlı ballı, okulum da okulum diye akşam yatan, sabah da okuluma gidelim diye uyanan yavrucak, okuldan çıkma vaktine 45 dakika kala feryat figan ediyor ve okulda durmak istemiyor. Di mi ya, o zaman niye sabahtan beri ağlamadı da son dakika bi mutsuzluk peyda oldu ki hala yerini dolduramadık.

yavrumun mutlu olmadığı gözlerinden belli, Sınıfta durmak istemediği gün.. Anlatım şimdi. Bi kere hani hep duyduğumuz, Amerikalılar'ın klasik eğitim anlayışlarına şahit oldum. Ve daha 3 yaşındaki çocuğumu oyun saati gibi gitsin gelsin, bu arada da kulak aşinalığı olur İngilizce meselesinde, bi iki saat de olsa anneleri de kendi çalışmalarına bakar rahat rahat, hepimize faydası olur diye bu okula yazdırma hatasını yaptım. Herkes serbest oynarken sorun yok. Sonra bi vakit geliyor, puzzle yapıcak herkes, halıda oturucak. Bi çocuk vardı, Harun'un versiyonuna yakın, yerinde duramayan. Yavrucak puzzleların - nasıl bi kelime olduysa bu da- yan tarafındaki arabalarla oynamak istedi. Öğretmeni, geri bıraktırdı, başka bi şeyle oynamak istedi, olmadı, başladı ağlamaya. Ya bu daha üç yaşında üç! bu sefer öğretmeni safe place miydi, safe spot mıydı emin değilm, işte öyle denilen bi küp var, dört yanı açık, içinde de minder var, oraya gönderdi ve -tabiri caizse ağlaması bitene kadar- orada durması gerektiğini söyledi. Çocuk oturdu mindere, sonra sustu, geldi arkadaşlarının yanına. Sonra başka bi çocuk vardı. Arızalar! da hep oğlanlar yalnız. Bu yavrucak da parkta oyun saati geldi, dışarı çıkmazsa enerji patlaması yaşayacak belli gözlerinden. Harun'un gözlerinden tanıdım o bakışları. Öğretmen kapıyı açtığı gibi fırladı çocuk, ama nafile, tutulup kolundan geri içeri sokuldu. Bütün çocuklar da halının üzerinde oturuyor, o da oturacak, - Allahım ne kutsal bi halıymış!-  öğretmen ismini söyleyince dışarı çıkacak. Kaide bu! Ve o öğretmen, üçüncü olarak o çocuğun ismini söyledi. Ay bana bile asır gibi geldi o iki çocuktan sonra onu çıkarması. Bi de hani öyle listeden isim okuyarak felan değil yani, "Immm Ethan, and Ashley. Who is next, Immm bla bla...." Ayyyy deli oldum deliiii. Yahu koy sıraya çocukları ikili, haydı dışarı bitti!... Tv programı mı sunuyorsun, piyango mu açıklıyorsun güzel kardeşim, heyecanla bekliyo bıcır bıcır kuzular bahçenin her tarafına saldırmak için... Bunları orda diyemediğim için kabardı içim, yazıyorum o yüzden şimdi. Daha bitmedi. Florida'nın sıcağını, nemini, güneşini bilen bilir. O çocuklar gölgesiz o koca bahçede tam öğle öncesi, kan ter içinde kala kala bir saate yakın oynadılar. Sonra da klimalı sepserin sınıfa girdiler. Harun da dahil bir kaçının bununun aktığını da gördüm. Ter-mer hepsi üzerlerinde kurudu gitti. Sonra yangın tatbikatı yapılacakmış. Herkes sınıfıyla bahçeye çıkıyordu. Tam gözümün önünde olan hadise şu: Öğretmen eşliğinde çocuklar bahçeye çıkıyorlar bi yandan da alarm çalıyor. Başka sınıftan bi çocuk da kapıdan bahçeye çıkınca oyuncaklardan birine doğru koştu. Koşmasıyla yaşlıca bi hanım öğretmen çocuğun ismini haykırdı resmen. Ve kolundan tuttuğu gibi alıp arkadaşlarının yanına götürdü. Kafamdan kaynar sular döküldü. Çünkü ben de bazen fıttırmış hallerimde özellikle Harun'un kolundan öyle tutup götürdüğüm vardır, o halimi gördüm o hanımda ve sanki omuzlarım çöküverdi. Eşime "ben annesi olduğum halde çocuğa öyle davranmaya hakkım yokken, o kadın nasıl yapabilir bunu! hem de herkesin önünde!" diye anlattım bütün gözlemlerimi bir bir... Zaten sınıftaki çocuklardan bir kaçı da bana sırnaşıp durdu. Duygusallık zirvede! Şimdi Türkiyemiz'de olsak, alırım hoplatırım, zıplatırım, agucuk mugucuk şakalaşır severim. ama burda ne haddime. Çocuk geliyor, ayakkabısına bi şey olmuş bana gösteriyor, git diyorum Ms. L.'e, Ms. C.'ye söyle. Biri geliyor dizime kafasını koydu koyacak, kalkıyorum. Biri habire bana arabalarını getirip gösteriyor, o yavrucak da Harun gibi kelimeleri tam söyleyemiyor herhalde, ne dediğini tam anlamıyorum. Ay hele bi Latifa vardı. Gelip önümde güya öksürüyordu. Sonra gidiyordu. Allahım, kendimi o kadar garip hissettim ki, herhalde Harun'a ilgili olduğum için öyle davrandı o bi kaç çocuk bana, ve ben onlara kayıtsız kalmak zorundaydım. Git öğretmenine, ya da 'Thank youuu' deyip yollamak.. He az daha unutuyordum, bizim çocuklar oynaktırlar biraz, ikisi de kapı gıcırtısında sallanırlar. Son olarak öğretmen bilgisayardan bi şarkı açtı, dans ettiler, hoplayıp zıpladılar. Youtube'tan! Hem de benim çocuklara sadece kulağa eğlenceli geliyor diye sesini dinlettiğim fakat hiç bir şekilde izletmediğim 'gummy bear'ı!-Seyretmede ne sakınca var diyen olabilir, benim kendimce sebeplerim var diyeyim kısaca- Bozulan moralim zaten yerlerde sürünüyordu, youtube'dan bi şeyler seyrettirmeleriyle de çiğnendi gitti. Ve Harun kılını bile kıpırdatmadı tüm teşviklerime rağmen. Vee can alıcı, belki de günün en önemli anı, herkes kendi halinde oynarkenki vakitte, Harun'un öğretmenlerinden birini gösterip "bu kotü, bu kotü!" demesi oldu. Ve yine konuşmalarımız sırasında, "Ben seni aramak istedim, öğretmen hayır dedi, ben de ağladım deyince, şu bizim çünki'mizin sırrı çözüldü çok şükür. Darısı diğer çünki'lerin başına...  Harun'u öncesinde defalarca bırakıp evden çıkmışlığım vardı. Hem de bana el sallar, güzelce uğurlardı. Ardımdan ağlamazdı. Öyle olsun diye çok çaba gösterdik çok şükür güveni tamdı. Okulun ilk günü beni uğurladı sınıfından ve çıktım geldim eve. Ziyaret haftası bilerek yanında fazla durmayıp, sınıfın dışından seyrettik o kadar, kendimizi göstermeden. Ama birden bir U dönüşü yapması, son gün birlikte gittiğimizde çocuğumu tanıyamam normal değildi...  Günün sonunda, aslında 3,5 saatlik ama bana çok daha uzun gelen bu deneyimin sonunda senaryomu yazdım!..
Muhtemelen, Harun serbest oyun saatinden sonra snack zamanında mutlu mesut bi şeyler yemiş her şey yolunda güzel gidiyordu. Sonra neyin vakti geldiyse onu yapmak için çocukları yönlendiren öğretmenler Harun İngilizce bilmediğinden ona ne yapacaklarını tam izah edemediler ve her neyle uğraşıyorsa ona müdahele ettiler. Ağlayınca ona "Noo, no" demeye devam ettiler. Artık o vakitten sonra ipler kopmuş oldu zaten. He o gün beni aradılar ya hani ağlıyor diye, ablası karşı sınıfta onun yanına götürseniz belki susar, geliyorum, yoldayım diye aradım bi kaç dakika sonra. Bana onu da gösterdik ama susmadı dediler. Yani ablası da derdine derman olmadıysa o gün, cidden üzülmüştür demekti benim için. Ve iletişimsizlik, davranış şekli Harun'un oradan soğumasına sebebiyet verdi diye düşündüm.
Peki sonrası mı... Şu yukarıda yazdıklarımın daha dırdır'lı halini, -siz şanslısınız bunlar özeti ve biraz daha duygusallıktan arınmış hali-  eşime anlatıp durdum. Tüm teorilerimi sundum. Sonra olaylara fazla duygusal bakmakla etiketlenip, alışır, zaten bizim çocukların disipline ihtiyacı var ile başlayan cümleleri dinledim.

Şuna kannat ettim ki, geçen yıl, Meral için okul araştırdığımda Montessori Okulu'nu ziyaret etmiş, burası Meral'e göre değil deyip çıkmıştım. Hakikaten de öyleydi. Orası tam Harun'luk bi yerdi, şimdi düşününce... Şükür ki sonradan yine Montessori tarzında eğitim veren fakat kendilerinin de bazı düzenlemeleri olan o okulu Allah  çıkardı karşımıza. Öğretmeni de 23 yıldır Montessori eğitimi veren bir hanımdı. Meral İngilizce bilmiyor diye onlar Türkçe bi kaç kelime öğrenecek kadar ilgiliydiler. Ve temel kelimeleri öğrenmesi için işbirliği yapıyorduk. Bu yıl neden yine oraya vermedik, çünkü üniversitenin pre-k'sından bizi arayıp Meral için ücretsiz kayıt yaptırabileceğimizi söylediler. Ve biz bir yıl önce, buraya yeni taşındığımızda başvuru yapmıştık, bekleme listesindeydik. E Harun'u da gönderelim dedik. Eşim zaten okuldaydı, çocuklar da kampüste olursa ben de o süreci okulda geçirebilirdim. Maaile okula gider geliriz diye düşündük. Aaaah! Hayırlısı tabi.
Meseleyi çok dallandırıp budaklandırdım, ama rahatladım yaaa. Hakikaten içim ferahladı. Şunu da söyleyeyim, öğretmenler çok şeker, hanım hanımcık insanlar. Ama tarzları benim çocuğuma hitap etmiyor, şu yaşında, bu fıtrattaki çocuğuma. Fakat şimdi anlıyorum ki ben çocuklarıma dur! dediğimde niye ben de peşlerinden koşturuyorum da ancak yakalayabilirsem durduruyorum da; -gördüğüm kadarıyla- Amerikalılar, çocuklarına 'stop!' dediğinde, çocuklar mum gibi olduğu yerde dikili kalıyor... İleride pişman olur muyum bilmiyorum. Tamam benim disiplin etme tarafım zayıf halkam. Mükemmel değilim, aşikar. Ama bile bile de çocuğumu öyle sindirmelerine duyarsız kalamam. Zaten bi kere her karşı geldiğinde öyle yaparlarsa, Harun o 'safe place'den çıkamaz ki... Meral'ı de konuşturmaya çalıştım oyun arası ağzından laf almaya uğraşıyorum. Eşim her ne kadar paranoyaklık olarak algılasa da, Meraller'in sınıfında da bi sandalye varmış, ceza alanlar orada oturuyormuş, onu öğrendim. Elma diye bi arkadaşı varmış o orda oturmuş ama Meral oturmamış. O zaman Elma'nın yanında durup onunla konuşmuşlar... Bunları öğrendiğim de iyi oldu.  He bi de okulun başındaki hanım, sağolsun, beni rahatlatmak için bi şeyler söyledi. Yine ağlarsa gelmeyin isterseniz, öğretmenleri deneyimliler ve işlerinde iyiler, çocuğunuzun ağlamasından rahatsız olmuyoruz, vakti geldiğinde gelin ki öğrensin vb. cümleler kurdu. Dediğim gibi, iyi niyetiyle söyledi tavsiyelerini, bana yardımcı olmayı umarak. Ama zaten bi noktadan sonra sadece hanımın ağzının oynadığını görüyor ne dediğini algılayamıyordum. Şimdi düşünüyorum da hafta başında çocukları bırakıp okuldan ayrılırken, öyle elimi kolumu sallayarak gitmek halimi yadırgamış, dönüp, ben gidiyorum, ok. Çocukları bıraktım. Imm, öğretmenlerinin numarısın almadım, alabiliyor muyuz, yoksa burayı mı arıyoruz, peki ya ağlarlarsa ya da bi sorun olursa bizi arayacaksınız di mi, yoksa biz mi arayalım ara ara soralım... gibi sorularla bi türlü ayrılamamıştım ordan. Muhtemelen, o gün ağladığında aradılar, beni picamalarla koşup gitmiş görünce de ertesi gün üzgün görünüyor, ağlayacak diye aradılar. Aman iyi ki de öyle yapmışım ki hassasiyetimizi görmüş oldular.
Şimdi, bu hafta Pazartesi okul yok. O kadar mutlu oldum ki... Saçmamıyım neyim. Ama öyle hissediyorum, napayım. Eğer okuldan alırsak Harun'u, muhtemelen bu ayki ücreti geri alamayız. O gitti bi kere. Canımız sağolsun. Sonrası için de Montessori'nin kapısını bi tıklatsam ... Babamızla istişare edelim bakalım ne olacak. Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler... Allahım, sen buralarda bizi yalnız bırakma, olur mu... Bir de asıl mesele var ki, o daha mühim belki... ...












2 Yorum:

  • Hayat Mutfakta Güzel dedi ki...

    Sizi çok iyi anlıyorum...zordur okulun ilk günleri özellikle çocuklar küçükken ve başka dillerin konuşulduğu başka ülkelerdeyseniz eğer...boğazınızda düğüm olur kelimeler içinizden geçenleri söyleyemezsiniz...
    Ama inanın çocuklar bu zorlukların üstesinden kolaylıkla geliyor, sizin yaptığınız gibi onların arkasında olduğumuzu göstermek onların güvenini arttırıyor...biraz sabır...
    Sağlıklı ve mutlu günler dileklerimle...

  • Demlikalem dedi ki...

    Cok tesekkur ederim guzel tavsiyeniz ve dilekleriniz icin. Selamlar...

Yorum Gönder

 

©Copyright 2011 Demlikalem | ...