KAÇIŞ PLANI VE HAPPY ...

Perşembe, Mayıs 3 2 Yorum

Anchorage'a ilk geldiğimiz zamanlarda, yani bloğun ilk yazılarında, buranın görebildiğimiz kadar ve dilimin döndüğü kadar güzelliğini ifade etmeye çalışmıştım. Buraları Karadeniz'e benzettiğimi soran herkese söylemiş, mutlaka gelip-görmelerini tavsiye etmiştim. Sonrasında günler kısalmaya, geceler uzamaya, hatta gündüz sayılan 4-5 saatlik gün de, gri bulutların altında kalınca, doğal bir sonuç olarak güneş ışığını yeteri kadar göremeyen bitkilerle havadaki oksijeni neredeyse 24 saaat paylaşmak zorunda kalınca -ki herhalde dilleri olsa bu sözüm üzerine şöyle derlerdi bana; 'Biz üretirken siz tüketirken iyiydi tabi di mi... Şurda 3-5 ay
dayanamıyonuz... Benciller ve de şükürsüzler sizi! Bak, aklın ermiyor diye şikayet ettin, kendin de zarar ettin beni de zikrimden alıkoydun!..'- havasız kalan ruhumuzla bir kaçış planı yapıp, bir ay kadar uzaklaşmıştık buradan. Havaalanına gitmek için, ne olur ne olmaz, tedbiri elden bırakmayalım düşüncesiyle uçuştan iki saat önce gelmesi için  gün boyu arayıp ayarladığımız, saat yaklaştığında hatırlatmak için aradığımız taksi 15 dakikaya geliyor diye, 45 dakika, gecenin karanlığında evin önünde yağan yağmuru seyrettik, iki miniğimizle ne kadar seyredilebilirse. Eve de çıkmıyoruz ki sebep, taksi gelirse bekletmeyelim, mazallah gelir de hemen çıkamazsak da pıtırcıklarla, taksi de giderse naparız düşüncesi... Zaten kar-kış, bi de o gece mübarek yağıyordu şarıl şarıl... Velhasıl taksi gelmedi, nıhayetinde eşim ulaşınca telefonla, yolların durumundan gelememişmiş, bu kadar yani. El-insaf deyip unuttuk o hadiseyi ama bak unutamamışım demek ki. Havaalanına kendi arabamızla gitmeyi, arabayı orada park etmeyi vs düşündük son çare ama onun da bir sürü dezavantajı vardı. Burada bizimki gibi pek de iyi olamayan bir araba kapalı garajda değilse, hiç çalıştırılmadan 1 ay dışarıda beklese, motoru yaza kadar ısıtnmazdı herhalde. Bir ümit, komşumuzun kapısını çaldık gecenin vakti. Sağolsun, bizi havaalanına bıraktı, arabamızı geri eve getirip, garaja koydu. Döndüğümüzde de bizi havaalanında karşıladı. Allah yolunu açık etsin, hep hayırlı insanlarla karşılaştırsın diye dua ediyoruz hep ona. Boşuna dememişler, ev alma, komşu al diye.
Yeri geldi bari onu da anlatayım; geçen gün doğum günüymüş komşumuzun. Eşim, facebook'ta- annemin deyimiyle, fosbıyıkta- görmüş. Biz de çayı demledik, yanına da iki dilim bi şeyler hazırlayıp, çaya buyur ettik. Kendi halinde, pek efendi, ailesinden uzakta (bu kavram Amerikalılar'ın çoğu için; sonunda "Soo?! -Yani, eee!? dedirtebilcek ama olsun...) bir askerdir kendisi, her seferinde de davetimize icabet eder.  Velhasıl, çayın yanına tatlıları servis ederken, "happy birthday" diye başlayınca şaşırdı garibim, pek de sevindi. Kutlamamış da kimse doğum gününü öyle partidir felan. E önemlidir bunlarda böyle şeyler, parti vesilesini nasıl olur da kaçırırlar diye biraz soruşturdum meraktan da pek yoğunlarmış askeriyede son haftalar falan fişmekan. Aman dedim, sanki savaşa mı gitceniz, kesseydiniz bi pasta lunch'ınızda nolurdu sanki... İçimden tabi. ... Her ne ise...
Lafı uzattım, alelacele, gün içerisinde, kelebeğım ve uğur böcüüm etrafta uçuşurken bu tabloyu hazırladım.


Hem doğum günü hediyesi, hem de taşınma arefesinde olduğumuzdan hatıra niyetine amatörce olsa da  hediye ettik. Hediyeyi açınca 'Ağlıcam şimdi dedi, o kadar da kötü değil ayol aaaa askolsun yani dedim içimden, yok yanlış anlamışım, pek duygulanmış ondanmış. Bu sanatları bilmediğinden olsa gerek mutluluğunu ve beğenisini ifade etti. Ben anlatırken, şurası ebru, şöyle yapılır; burası kaligrafi, böyle bir şeydir, şuna da kat'ı denir vs. eşim de şu cümleyle noktaladı hediyenin hikayesini, 'çerçeveyi de ben aldım'...
Buraya nerden gelmiştik?!... Hee, kaçış planından. Yolculuğun başından... Ama pek bi uzatmışım yine. Gündüzler uzamışken niye şimdi ben kış günlerini hatırlayıp, bunları yazmaya başladım diye sorarsanız, aşağıda okuyacaklarınız beni o günlere götürmedi, savurdu desem daha isabetli olur.

"Aslında insan ne zaman gelmişse o zamanı değerlendirmesi lazım. O zamanı değerlendirmesi lazım, bir kredi gibi. Kendi zamanının çocuğu olmalı... Kendi boyasını Allah'ın izni, inayetiyle ona çalmalı. İyi dönemde gelirsiniz her şey yolundadır. Irmaklar mecralarında akıyordur, size sağdan soldan bir şeyler kazma işi düşmez.  Olumsuz bir dönemde gelirsiniz, ölümden sonra ba'sü ba'de'l- mevt kahramanı olursunuz... ... Her şeyin darmadağınık olduğu, üst üste ölümlerin yaşandığı bir dönemde kim bilir belki bunun da bir kısım avantajları var. Sadece meselenin çirkin yüzüne bakmamak lazım. Nasıl ki, sınırda bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçiyor. Öyle de sıkıntılı dönemde yapılan küçük bir ibadet, belki de velilerin ibadetine denk olur...  ... Önemli olan herkes kendi döneminde kendine düşen vazifeleri yapması." 
İşte ondan tekrar düşünmeye, yazmaya başladım bunları. Böyle her cümlede satır arası hikayeleri de yazmaya devam edersem zor biteceğe benziyor ya... Velhasıl, ben şu italik olan alıntıyı bir daha okuyayım da sonra yazmaya deam edeyim inşallah...

Sağlıcakla, gönül huzuruyla.... vesselam...

2 Yorum:

  • PeNeLoPe dedi ki...

    Evet, zamanın cocugu olmak..İbnü'l- vakt olmak..Bu konu uzun zamandır aklımda..Ama bir türlü beden bulamadı hayatımda..
    ..
    Bir de bu güzeldi "E çerçeveyi de ben aldım" ;)

  • Demlikalem dedi ki...

    Hani diyor ya diyen;
    "Dun gecti, yarin var mi,
    Genclige guvenme, olen hep ihtiyar mi..."
    Zamanin cocugu olabilmek umidiyle Penelopecim, sevgiler...

Yorum Gönder

 

©Copyright 2011 Demlikalem | ...