OD ve Kıvılcım

Pazar, Şubat 26 0 Yorum


Ben gelmedim davi için

Benim işim sevi için

Dost'un evi gönüllerdir

Gönüller yapmaya geldim. 







Yunus deyince, yollara düştüğünde ettiği dua ile kendini açtığının hikayesi gelirdi aklıma ilk. Nar gibi açılmış, etrafa saçılmış o gün derdim. Yunus nar gibi açılmış da, nârını saçmış dağa, taşa, havaya, suya; yanmış da yanmış, yandırmış da yanmış. Öyle bir od'muş ki onun yüreğindeki, İskender Pala'nın kaleminde demlenip kaç asır sonra, dünyanın bir ucunda donmaya yüz tutmuş ruhumun buzlarını çözdü. Kitabın beni ne kadar ağlattığını tasvir etmeyeceğim, zaten ben her kitapta ağlıyorum, bilmem nedendir. Ama şu mısraları okuyun da haksız mıyım siz söyleyin;

Bu fenada bir garipsin
Durma durma ağla gönül
Derdin dahi çoktur senin
Gülme gülme ağla gönül. ...

OD'u okurken -ki o mu beni okudu ben mi onu bilemedim- bir demlik de olsa kıvılcımlar çaktığını hissettiğim cümleler takılı kaldı zihnime.
Bunu sana gönderdi gönderen, oku bakalım!
satırını okudum da yine her sahnede kendime bir yer buldum. Daldım, gittim... Canpareler Alvin ve diğer sincapların şarkılarıyla oynarken, ben Molla Kasım oldum, Samuel oldum, balık oldum oltada, suya atılan kağıt oldum, akıtılan kan oldum, gözyaşı oldum, taş oldum, Yunus'un sırtında odun oldum, dağ başında mağara oldum... Kendime roller biçtim de her sayfada, bi kendim olmak istemedim. Hah! Yanmak, yanabilmek neyime... Yazandan, yazılandan değil, zira onun közü de yeter kabı delik olmayana. Yunus, 
Sensiz yola girer isem
Çarem yok adım atmağa
Gövdemde kuvvetim sensin
Başım götürüp gitmeğe. ...
diyor da noktanın koyulduğu yerde kuvvet bırakmıyor kalem oynatmaya. 
Velhasıl bundan sonrasında, kitabın altını üstüne getirmişliğim var, biline... 

Dağdan odun getiriyodum da herkes ona odun diyordu; iki heceyle, od-un işte, ateş veren şey. Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim, ateş olan kısmına, gönüllerde aşkı tutuşturan alevli kısmına, 'od'a talip oldum.  
Herkes dağa odun için gittiğimi sanıyordu ama ben od için gidiyordum.  
Gidiyor ve od üzerine kendimle konuşuyor, içimde onun alevini hissediyor, gönlümü onunla tutuşturuyordum.

İlMEk iLmeK ... 
Her bilenden ziyade bir bilen bulunur.
Her unutuşta bu hatra gelseydi...


Bildiğimi unuttum, unutarak yeniden bildim. 
Bilgi ile hikmetin, malumat ile irfanın ayrımına vardım... 
İlk virdi 'Bilmem' imiş Yunus'un. 

Bilgiden sıyrılmak, yetişkin iken çocuk safiyetine dönmek gibi hani.
Boşaldım da dolmaya hazır oldum.
Nasıl bir haldir, nasıl bir lezzettir acaba...

Bilgi çok zor elde ediliyordu. İlim ilim ilmek gerekiyordu. 
Anladım ki ilmekler atıldıktan sonra bilginin bir de yumuşak huy ile desteklenmesi lazımmış.
Ancak o vakit bilgi ile doğruya yol görünür, yumuşaklık ile insanlara katlanılırmış. 
Bilgi sahibinin bilgiyi destekleyen bir irfana da ihtiyacı varmış. 
O irfan ki ancak kalbe doğru yapılan yolculuklarda kazanılırmış. 
Yolcu, kalbe yürü!

İlim ve irfan sanki iğne olup ruhuma ilmek ilmek düğümler attı. 
İlim ilim ilmek oldu, eşyayı ve alemi bana gösterdi. 
Lakin 'Bilmem' zikri bütün bunu inkar ile hala gözlerimi nefsime, kendime, içime çevirmemi gerektriyor. 
Kendi hakikatimi bilmeden hiçbir hakikati bilemeyeceğim. 
Bilgi irfan ile beslenirse kişi uyanık kalır. 
Her öğrendiğim şeyden sonra 'İlim kendini bilmektir!' cümlesini gönlüme telkin ediip durmaya başladım. 
Bu yolculukta bir karar aldım, artık çevremde olup bitenleri buna göre okumaya çalışacak, bütün evreni, kendimi bilme yolunda bir kitap sayacağım. 
Karşılaştığım her hadiseden ibretler aldım, karşılaştığım her kişiye Allah adını andım.
Kainat bir kitap, insan bir kitap... Öpmeye gönlü olmayan yanağın nerede diye sorarmış, benimki o hesap...
Öyle ya kişi kendini bilmezse ya nice okumaktır? 
Bu dünyada marifet nefsi silmek değil, nefsi bilmektir.
Levha yapıp asmalı kalbte, akılda, gözde bir yere...

Bazen bilmezlik bir hürriyet gibi geldi, bazen esaretim oldu. 
Kimisi bilmem der, bilir; kimisi bilir, bilmezlenir. 
Kimisi bilmediğini bilmez, bilirim der.  
Kimisi bildiğini bilmiyor zanneder. 
Bilmemeyi bilmekle, bildiğini bilmemek aynı değildir. 
Kurtulanlar, bilmediğini bilenlerle, bildiğini bilmeyenlerdir. 
Onlar birbirini bilir, birbirinden bilir, birbiriyle bilir.
Hangi guruptayım bilemedim ben onu da hangi gurupta olmadığım aşikar. 

Bilmek'tir sevgi. 
Noksan bilgi ise ayrımı olmayan bir hezeyandır, şimşeği güneş sanır! 
Şimşekçe şimşek, kendi ışığının geçiciliğine gönül bağlayana güler geçer oysa... 
Şimşekleri güneş sanıp yaşamak, dünyamızı güneşimiz sandıklarımızın etrafında döndürmek bilmemekten, sevmemekten...

Alemde sevgiden büyük bir umut da, sevgiden öte bir korku da yoktur.

Sevgilinin gözünden akan bir damla, bir erkek için ya hazinedir, ya hazineyle tartılır. Çaresizlik yollarınızı bağladıysa o damlayı görseniz de iç acıtır, görmezden gelseniz de...
Eğer bir damla, iç acıtmıyorsa sevgi acır mı acaba...

İki kişinin birbirini sevmesi, birbirini dost edinmesi, sahip edinmesi demektir.
Sen beni sevdiğin, ben de seni sevdiğim için aramızda bir dünya yaratıldı. Ben de sen de bu dünyadak her şeyi sevdik; her şey de bizi sevdi. Tıpkı alemdeki her şeyin Allah'ı sevmesi gibi.
Allah da bizim alemimizi sever niyazıyla...

İkimiz de kendi ihtiyaçlarımızdan geçip, yekdiğerimizin ihtiyaçlarını düşünür olmuştuk.
Bu bir tanım, bir şeyin tarifi galiba... 

O sevgi ile yetişti, sevgiyi özler, sevgiyle doyar.
Sevgiyle yetişmek... Yet'mek. Sevgiyi özlemek... Hah! Güneşi özlemeye denk... Sevgiyle doymak... bilemedim ben onu... 

Burası kalbinin en değerli yeridir. Burada siyah bir nokta vardır. Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta, yoğun bir damla kandan ibarettir. Adına süveyda yahut sevda derler. Siyaha çalan rengi yüzündendir bu isim. Çünkü sevda, kara talihin içinde, o kara kan damlasında büyür. Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda dalgalanıp çırpınır. Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçaları bütün vücüda dağılır. Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa aşık artık ne yaptığını bilmez olur.
... ...


Hep çok şeye sahip olmayı değil, az şeye ihtiyaç duymayı istemişimdir.
Gerçek zengin...

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, sonunda hiç yaşamamış gibi ölen adamlardan bir farkı yoktu.
Sıfıra sıfır, elde var sifir. 

Irmağın akışında, ömrümün akıp gittiğini gördüm.
İnsan ruhunu bir su gibi düşünüyordum. 
Bazıları suyun akışkan halini, bazıları da durağan halini tercih ederler.
Benim ruhum bir ırmak gibiydi.

Mecrası taşlık vadilere uğramış bir ırmak gibi bilmediğim yurtlarda oradan oraya akıyordum. Bir tarla suladığım, bir susuza su yetiştirdiğim yoktu.  
Yirmili yaşların sonlarında o ırmak daha hızlı akıyormuş. Ben de ırmak olmak istedim yolumuz buraya düşene kadar. Suyun kar halini öğrenene kadar. Gidelim, görelim, gezelim ülkesi, dili, dini, iklimi farketmez. Tutunup kalmayalım mecbur kalmadıkça. Akalım oradan oraya. ...da benim de bir tarla suladığım, bir susuza su yetiştirdiğim yoktu oysa...

Rüzgar idim de ne yandan eseceğimi, ne yana eseceğimi bilemiyordum. 
İçime doğru, iç dünyama doğru kendimle konuşuyor, kainatı anlamaya çalışıyor, hikmetleri düşünüyordum. 

Esme hallerimde başka yerlere değil de kendi içime yöneleydim, belki bi közü alevlendrebilir, bir su damlasına yarenlik edebilirdim... Ah gençlik!...

Her biri bir şeyi arayan yığınla insan gördüm. 
Her bir derdin, sonunda Bir olana vardığına inandım. 
Bir bir geliyor, bir bir gidiyor, geriye Bir kalıyordu. 
Bu cümleler kitabın son cümleleri olmalıydı belki de. Kitaptan geçtim, hadiseleri nerede noktalıyorum her seferinde, onu düşüneyim ben... 

Geçip gitmede ömür... 
Umutlar hep yarın yarın yarın... 
Tükenen zamanı dolduruyor hep kuru kavgalar, boş didişmeler, faydasız gürültüler... 
Aklını başına al kardeş! Günü, bugün say; ölüm ki kaşla göz arasında; ölüm ki dudakla göz arasındadır.
Doğru yola gider isen, er eteğin tutar isen, bir hayır da eder isen, birine bindir, hiç az değil.
Nice insanlar yaşamakta şu dünyada. Nice aykırı saplantılara bağlanmış nice insanlar.
Ömür bir ok, zaman bir yay, bir el o yayı germiş, sen o yayı attın tut. Aldığın her nefes, keseden akmakta olan bir kum tanesi, kese ortalanmış ve sen o kumu tükettin tut...

Ömür bugündür... Bu dem...



0 Yorum:

Yorum Gönder

 

©Copyright 2011 Demlikalem | ...