PARÇALANARAK OLGUNLAŞMAK YA DA sadece PARÇALANMAK işte zorlama tevile ne hacet...

Salı, Mayıs 15 0 Yorum

Parçalandım
Parçalandım
Ve her bir parçamı ayrı yere bıraktım
Birini açık denizlerin en derin yerine attım
Kürek çektim, uzaklaştım, dönüp arkama bakmadım bile
Birini hiç unutmadığım o küçük şehirde bıraktım
Dönemedim, kimbilir, belki dönsem de bulamazdım
Önce savruldum yok oldum
Sonra dinlendim duruldum
Ve her giden parçam yerine
Yenisini doğurdum
Daha güçlü, daha sakin
Daha mutlu, daha suskun
Daha olgun, daha kırgın
Daha yalnız, daha yorgun
Birini tanıdık bir vişne ağacının dibine ektim
Soramadım filizlendi mi, sürgün verdi mi
Birini çok sevdiğim bir dostta unuttum
İstedim, geri vermedi, meğer benden pek haz etmezmiş
Birini büyük bir aşk uğruna ateşlere attım
Bilerek, isteyerek, ama asla pişman olmadım ...
Parçalandım ama pişman olmadım ...

ya da;
Parçalandım ve pişmanlığımı görmemek için her parçama bir pişmanlık sakladım...
Olmadı, belki de;
Pişman olmadım derken kendimi kandırdım, içimden de kıs kıs güldüm... bu şarkıyı söyleye söyleye pişmanlığımı unuttum...
Bir buçuk ay kaldı Allah izin verirse Anchorage'dan ayrılmaya. Bu şehre de bıraktım bir parça dem...
Ya da bu şehir bana  kattı dem üstüne dem.
Şarkının sözlerindeki gibi; sanki daha sakin, daha suskun, daha kırgın, daha yorgun demlikalem.
Daha güçlü?..   Pek sanmam...
Daha mutlu?... Nankörlük etmeyeyim...
Daha olgun?... Bilmiyorum...
Daha yalnız?...  O, en güzel dosttur... Peki ben?!...


Taşınalım hayırlısıyla bi yerleşelim de inşallah, bi akvaryum alacağım tezelden. Meral de Harun da seviyor balıkları ne de olsa. Haruncuk 2 yaşına gireceğinden artık yemeye kalkmaz inşallah. Önceden istemezdim, ne akvaryum, ne kuş, ne bir şey, yazıktı ... Çiçek seviyorum ben, ama cesaret edemiyorum, bilemiyorum pek bakımını, önce iyice öğreneyim uslubunu, yolunu, yordamını, belki sonra...
Ama akvaryum gördüğümde, şu yukarıdaki resim geliyor aklıma. Ve düşününce pek de farklı olmadığım... Küçük alemlerden, büyük alemlere... Bu şehirden, o şehire... Bu ülkeden o ülkeye... Bu kıtadan, öbürüne... Uzağın uzağına, yakının uzağına... Hangisinde olursa olsun suyum, denizim, yok olmuyor... Paklamıyor, aklamıyor, merhem olmuyor, genişlemiyor da dalgalanıp duruyor... Karaya vuruyor, güneş kavuruyor, dalgalar alıp götürse kıyıya hasret çırpınıyor... Her damla bir deryadır hesabına sığınıyor da bir damlacığa,  sonra ne oluyorsa oluyor, sığmıyor okyanuslara...
Neyse ki, aklıma geliyor bir ürpertinin beraberinde;
"...Bütün bu olaylardan sonra kalpleriniz yine katılaştı. Şimdi onlar taş gibi, hatta taştan bile daha katıdırlar. Çünkü öyle taşlar var ki, içlerinden ırmaklar akar. Yine öyle taşlar var ki, çatlarlar da bağırlarından su fışkırır. Yine öyle taşlar var ki, Allah korkusu ile dağlardan yuvarlanıp aşağı inerler. Allah yaptıklarınızdan asla habersiz değildir." 
Cahillikten olsa gerek gülümsüyorum, son cümle serinetiyor ne yalan diyeyim. Aslında ürpermeliyim belki, titremeliyim... Ben bîhaber, gaflet deryalarında salınıyorum ama haberdar olan var ya işte her daim, yalnız bırakmayan... Bilen... Diyorum Rabbim, halim sana ayan, ben bilmiyorum ne yöne gider bu akıntılar, dalgalar... Ne olur, Sen selamete çıkar... Kalbimin katılığından Senin merhametine sığınırım... Sen ki en güzel sığınılacak, en güzel dayanılacak, Metin, Velii, Vedud, bu yolculukta tek Burhan'sın...

Sahiden yolum da yolculuğum da buradakine misal belki; 
"Sizi karada olsun, denizde olsun gezdirip dolaştıran O’dur. Gemide olduğunuz zamanı düşünün: Gemiler, tatlı bir rüzgârla içindeki yolcuları alıp götürdüğü ve yolcular da bundan ötürü keyiflendikleri bir sırada, birden gemiye şiddetli bir fırtına gelir, dalgalar her taraftan onları sarar ve artık kendilerinin tamamen kuşatılıp bir daha kurtulamayacaklarını zannedince, bütün niyaz ve ibadetlerini yalnız Allah’a yapıp gönülden O’na yalvarırlar:"Ahdimiz olsun ki, eğer bizi bu felâketten kurtarırsan, mutlaka şükreden kullarından olacağız!" derler."

Merhum Seyyid Kutub'un izahıyla o gemideymiş gibi oluyorum; 
“... Bu sahne içinde yaşıyor, gözlerimizle seyrediyor, izliyor ve kalbimiz onunla çarpıyormuşcasına sunulmuştur. Sahne, harekete ve durgunluğa egemen olan ve kontrol eden kudreti vurgulayarak başlıyor.
"Sizi karada yürüten ve denizde yüzdüren Allah'tır."
Zaten bu surenin tamamı evrenin bütün güçlerine egemen olan bu kudreti vurgulamaya çalışmaktadır. Şimdi de kendimizi daha yakın bir sahnenin önünde buluyoruz:
"Bir gemide olduğunu."
İşte önümüzde gemi. Ortalık rahat içinde.
"Hoş bir meltem yolcuları götürüyor."
İşte gemidekilerin duyguları! Biz onları anlıyoruz.
"Ve herkesin bunun hazzını yaşadığını düşününüz."
İşte tam bu güven ve rahat ortamında, bu sevincin her tarafı kuşattığı bir sırada fırtına kopuyor. Refah, güven ve sevinç içinde yolculuk yapanları kıskıvrak yakalayıveriyor:
"Tam o sırada gemi bir kasırga ile karşılaştı."
Aman Allah'ım ne dehşet şey!
"Yolcuları, her taraftan dalgalarla sarıldı."
Geminin içi birden matemle doluyor. İçindekileri çalkalıyor, sarsıyor. Dalga, gemiyi sanki tokatlıyor; kaldırıyor, indiriyor. Yerde sürüklenen bir tüy gibi, onu sürükleyip götürüyor... İşte gemideki yolcular! Paniğe kapılmışlar, kurtulma ümitlerini yitirmişler!
"Ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları zaman."
Kurtuluş yolu yok!
İşte ancak o zaman ve insanı her taraftan kuşatan korku ortamında fıtratları, kendisine bulaşan pisliklerden arınıyor, kalpleri silkinerek etrafını karartan düşüncelerden kurtuluyor. Temiz ve asil olan fıtratları, Tevhid ile yalnız Allah'a samimi bağlılık ile çarpmaya başlıyor:
"Sırf Allah'ın dinine inanan samimi bir bağlılıkla O'na şöyle yalvarırlar: "Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan, kesinlikle şükredenlerden olacağız." 
Fırtına diniyor. Dalga diniyor, deniz duruluyor. Yürekleri ağızlarına gelen
insanlar sakinleşiyor. Hoplayan kalpler sükunete kavuşuyor. Gemi güven içinde sahile yanaşıyor. İnsanlar artık hayata kavuştuklarına, ayaklarının karaya bastığına inanıyorlar. Peki sonra ne oluyor?
"Fakat Allah kendilerini bu zor durumdan kurtarır kurtarmaz, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara dalarlar."
İşte bu şekilde aniden ve birden bire!
Bu gerçekten mükemmel bir sahnedir. Hiçbir hareketini, hiçbir duygusunu kaçırmış değildir... Bu bir olayın manzarasıdır... Fakat bütün nesiller boyunca insanların çoğunluğunu oluşturan bir insan tipinin, bir karakterin ve bir ruh halinin manzarasıdır..."

Tereddüt insanı olmaktan ürperip, ellerimi Sana açıyorum... 
Sen ellerimizi bırakma...

  

0 Yorum:

Yorum Gönder

 

©Copyright 2011 Demlikalem | ...